31 Aralık 2010 Cuma

Sahaf Yılbaşını Kutluyor.

Konu: Yılbaşı
Görev: Mikro anlatı/öykü yazma
Tarih: 31 Aralık 2010
Günün anlam ve önemi: Yazı aşkı, yılın son gününün öğleden sonrasında okulu asmanın önüne geçebilir.
Aşağıdaki çam ağacı aslında  Sahaf'ın bugünkü mikro anlatılarından biri. Gökhan Yarar tüm yaratıcılığını kullanarak bir çam ağacı görüntüsüne gizlenmiş bir aşk hikayesi yazmış. Ellerine sağlık Gökhan. ( Yazı, resim formatında kayıtlı olduğundan üzerine tıklayarak yaklaştırarak okuyunuz.)

İkinci yazımız Kemal Özdemir'deki Murat Gülsoy etkisini yansıtıyor. Biz okurken çok eğlendik. Kop gel Kemal, biçem arayışında kim tutar seni artık? Buyurun Kemal'in mikro anlatısı:

AYNASIZ
Bir konu vardı aklımda. Çok güzeldi. Yazacaktım, unuttum. Üzülecektim, fırsatım olmadı. Dağda yaşayan, şehirde milyonların onu dinlediğini bilen bir adam kadar gururlu ve mütevazı bir konuydu aslında. Gülmek gibi boş ama ağlamak kadar da yoğun bir metin olacaktı yazsaydım. Yazamadım. Not ettim bir kenara, birazdan üzüleceğim. Artık gün içinde bir kenara not alıp sonra, fırsat bulunca her şeye birden, tek seferde üzülüyorum. Daha avantajlı oluyor. ( Kârlı da yazabilirdim ama yazmayacağım işte. Üzülmeli buna.) Tek tek üzülmek yoruyor adamı yahu. Neyse, ne diyordum? Hah şu üç korner bir penaltı, üç yanlış bir doğru vs var ya. Neden üç? Çok fena yahu. Üç olsaydım çok üzülürdüm. Bir olmaksa gurur verici olurdu. Her şeyden ancak üç tane olacak ki ben geleyim. Behey. Bir olsaydım eğer kesinlikle mütevazı bir bir olmazdım ben. Kenara bir yere yazsam iyi olacak, bir ara üzülmeliyim buna. Neyse, ne diyorum? Hah şu kullandığımız ampuller. Gün ışığı rengi var, mavi, kırmızı, sarı, beyaz var da, ben hiç kara lamba görmedim. Bir lamba olsaydım siyah bir lamba olmak isterdim ben. Buna çok üzülüyorum bu aralar. Hatta öyle ki not defterime dahi yazmıyorum. Üzüleceğim zaman sırada bunun da olduğunu kendiliğinden geliyor aklıma. Neyse, ne diyordum? Hah. Hayatta en çok bir anneannenin ördüğü, siyah renkli bir atkı olmak isterdim. Hem rengim ( kimine göre renk olmasa da o benim favorim!) çok hoş olurdu hem de üç tane başka atkı bir araya gelse dahi bir tane benden etmezdi! ( Çok tekrar ettim ya “bir”leri, bilerek yaptım. Hata değildi. Değiştirmeyeceğim!) Neyse, ne diyordum? Hah. Aynasız bir yazı bu. Eleştiriye açık elbet ama bunun hakkında üzülmenizi yeğlerim. Bakmayın yazılarıma siz. Bazen severler bazen üzülürler. Bense hep üzülürüm. Üzülme saatim geliyor. Kaçırmasam iyi olur birikince çok canım yanıyor. Öptüm.

Bu yıl daha çok okumayı daha çok yazmayı dileyin sevgili Sahaf yazarları! İyi niyetle tutulan dilekler yerine gelirmiş, derler. Bir de eğer uslu çocuklar olursanız belki şirinleri siz de görebilirsiniz. Seviyorum sizi...

24 Aralık 2010 Cuma

Bugün öykü okuduk.

Geçen hafta Gökhan demişti ki:
"Hocam anlık metin bir yere  kadar; ben evde yazı yazmayı özledim. Bize ödev verin."
Hiçbir hoca "Ödev verin," isteğini geri çevirmez. Aksini yapmak, hocalığın doğasına aykırı.
Bu hafta bir sayfalık bir öykü yazma görevi vardı anlaşılacağı üzere.
Güzel, güzel... Umut verici metinler vardı. Ciddiyim...
Bir taraftan da aşılması gereken çokça sorun da var:
1- Bazı, beki, sanki gibi sözü hafifleten belirsizlik ifadelerine yer vermemek gerekir.
2- Pat diye bitmez metinler, bitmemelidir. Bağlantıları sağlam, akıcı kurmalıyız.
3- Gereksiz ayrıntılardan, işlevsiz betimlemelerden uzak durmak lazım.
4- Entellektüel bilgileri kağıda yansıtmak isterken itici olmamak adına onları okura ancak sezdirmeliyiz.
5- Noktalama ve yazım kurallarına her zaman dikkat etmeliyiz. Aman diyelim!
6-Kurguyu canlandıran diyaloglardır ama çok uzatmamalı, kurgu dağılabiliyor...
7- Aynı sözcükleri kullanmak sıkıyor, sevdiğimiz sözcükleri kullanmak için bahaneler yaratmalıyız. Öyküler yeni keşfettiğimiz sözcükleri kullanmak için bulunmaz bir alandır.
 Kıdemli sahaf yazarımız, şairimiz Kardelen yanımızdaydı bugün... Küçücük metninyle yine çok etkiledi bizi... Ne yazsa güzel oluyor.
Ulaş ilginç, cesurca birşeyler denemişti öyküsünde. Ulaş'ın bu beklenmedik sıçrayışı bize Onur'u çağrıştırdı bize. Onur'un (Yılmaz) eski metinlerinden ikisini örnek olsun diye okuduk. Çok güldük, sevimli, neşeli, zekice metinlerdi ikisi de. Sonra Murat Gülsoy'un "Tanrı Beni Görüyor mu" adlı yeni öykü kitabı dillendirildi. Öykü yazmada yeni yollar arayanlara bu yeni kitap önerildi. Kitap Kemal'de şimdi. Kitabı bağrına basıyor "Bu adam aşmış. Çok, çok güzel öyküler bunlar! İnanamıyorum. İnanamıyorum, " ünlemleriyle dolaşıyordu etrafta birkaç gündür.  Bitirsin çabuk değil mi?  Kitabın sırasını bekleyen çok adam var ne de olsa...
Gökhan yine çok eğlenceli bir metin yazmıştı... Uzun  zamandır beni bu kadar güldüren bir metin okumamıştım. İyi geldi...
Ömer'in öyküsü yine tasavvufun, masalın sınırlarını yokluyordu. Ne demeli ki? Oluyor, oluyor.
Yavuz çoğaltılmış metinle gelmediği için "dinleme" sınırlı bir öykü okuması yaptırdı bize. Olmaz. Çıktısız, çoğaltılmış metinsiz gelinmemeli.
Eren erken ayrıldı aramızdan. Tiyatroya gitti. Kızma Eren ama ektin bizi :) Bilet bulma sıkıntısı çeken Ankaralılara yapılacak nispet miydi bu?
Sedat öyküsünde şiirseldi. Yoksa cidden yeni bir şair mi yetiştiriyoruz? Bu isme dikkat o zaman: Sedat Dilmaç.
Kemal seyreltilmiş metin yazacak bir dahakine. Neden mi? Giriftar eyledi bizi. Ama fikir güzeldi.
Bahar, yeni olmasına karşın sağlam bir başlangıç yaptıı.
Erkut dolmuştan 2007 Bordeaux şarabına ışık hızında geçti öyküsünde :) Boşluk büyüktü vesselam. Ama etkileyiciydi bazı tümceler: Kötülük her yerdedir. Sizi bir gün bir yerde yakalar.
Selen, bir sayfada İstanbul'u gezdirdi. Bir sayfada gezilmez ki İstanbul Selen! Bir sayfa'da çok çok İstanbul'un bir semti anlatılır... Olsun İstanbul havası vurdu yüzümüze. O da iyi geldi.
Tankut okuyamadı öyküsünü. Oysa özledim ben onun öykülerini... Gökçe'ye de zaman yetmedi. Okuyamadı. Pek de mutsuz görünmüyordu ama hayta. Zaman kazandı aklınca. Uyanık Gökçe.
 İlkem gayretli. Daha çok okuyacak daha iyi yazacak. Kişisel gelişim kitaplarını bırakıp felsefe okuyacak.
Tansu  "Rüyaymış meğer," gibi tümceler yasak sana. Cısss.
Mert üniversitedeki tiyatro işlerinden olacak ödevi alamamış eli boş geldi. Harun ödevi alamamış eli boş geldi. İsmet bir görünüp bir kayboluyordu, eli boş geldi. Dilara nedenini bilmiyorum, Sahaf'a gelmedi. Şimdi e-postama öyküsü düştü, ödev yapılmış anlaşılan ama gelmeyişi hala muamma.
İşte bu hafta da böylece geçip gitti.
Haftaya yine öykü yazılacak. Bana değil, Gökhan'a kızın. O aklıma girdi. Ben memnundum anlık metinler yazdırmaktan. Neymiş? Hedef ben değilmişim, hedef Gökhan'mış...
Ödevciler. Seviyorum sizi. Yazmaya devam. Ondan da çok okumaya devam.
Not: Sahaf'ın yeni sayısı için kollar sıvandı. Ocak sayısına hazırlıklı olun ey okurlar. Yine şaşırtacağız Ankara'nın edebiyat çevrelerini....

19 Aralık 2010 Pazar

Kütüphaneye Yeni Kitaplar Aldık.

Elimize biraz para geçti diyelim :) Ve RAAL kütüphanesine yeni kitaplar almak için cumartesi günü  alışverişe çıktık . İlhan Berk'ten Süreyya Berfe'ye; Gündüz Vassaf'tan Adorno'ya dünyanın kitabını aldık. Pek bir mutluyuz. Duyurulur.
Fotoğraf "Hesabı tutturmaya çalışıyoruz," adını taşıyor. Ah gitti Behçet Necatigil'in Radyo Oyunları! Bir alışverişimizde de onu alırız Tankut. Sen üzülme. Ömer, özel ciltli olmasa da aldık bak İlahi Komedya'yı... Hepimize hayırlı uğurlu olsun :) Kütüğe bir geçelim kitapları, o zaman gelip ödünç alabilirsiniz ey RAAL gençliği!

Birlikte Diyalog Yazma

Bir mekan adı belirlenir. İki kişi yanyana oturur ve bu mekanda yer alabilecek iki kahraman tasarlar. Herkes bir kahramanı konuşturur. Ortaya ilginç bir diyalaog ve kurgu çıkar.

Mekan: Resim Sergisi

10 Aralık 2010 Cuma

Bora Çekiç'ten Sinema Dersleri


Bugün Sahaf'ta bir konuğumuz vardı. AFSAT'tan sinema eğitmeni ve yönetmen Bora Çekiç. İki saat boyunca Sahaf yazarlarına senaryo yazma dersi verdi. Senaryo yazmanın aşamalarını (fikir, snopsis, threatment, senaryo ve yönetmen senaryosu) anlatan Bora Çekiç, senaryoyazma  türlerini (Geleneksel Fransız ve Amerikan)  ve bu senaryo yazma tiplerinin aralarındaki farkları anlattı. Hızlı ve etkili bir dersti. Bakalım. İlerleyen aylarda RAAL'de İngilizce öğretmenimiz Özlem Darıcı önderliğinde kısa film çekimlerine başlanacak... Senaryo, film çekebilmenin ilk adımıdır. Bu ders, senaryo yazmaya yönelik ilk somut adımı oluşturdu.
Bugün yazı yazmadık ama belki bazılarımızın zihninde senaryo yazma merakını doğurmuş olduk.







Sinema dersi için  Bora Çekiç'e, katkıları için Özlem Darıcı'ya   teşekkürler...

8 Aralık 2010 Çarşamba

I.Okur-Yazar Topluluğu Buluşmasının Notları/ Emile Ajar- Onca Yoksulluk Varken

Blog okurları için Gökçe Bağcı ve Tankut Özkan toplantıda hem konuştu hem yazdı hem fotoğraf çekti. İşte Gökçe Bağcı'nın dilinden ilk buluşmanın notları:




Okur-yazar topluluğumuzun bu yılki ilk kitabı Emile Ajar’ın Onca Yoksulluk Varken romanıydı.
Saat 15.15’te başlayan toplantıda romanın üzerinden birçok konuyu tartıştık.

Ahlak göreceli midir?
Olgunluk nedir ve insan nasıl olgunlaşır?
Önyargılar neden vardır? Onlardan kurtulmanın yolu yok mu?
İnsanın gelişiminde kültür ve yetiştirilişin önemi ne ölçüde etkili?


Toplantı notlarını tutmaya başlamadan önce bizim güzide baykuşlarımızdan Ömer Atmaca, kitaba esaslı bir giriş yaptı. Birçoğumuzun konuya girişi, insanın kendine güvenini tetikleyen bu Ömer Atmaca konuşmasının ardından gerçekleşti.)

Sıra geldi topluluk üyelerinden incilere:

Eren- Bence olgunlaşma kültür etkileşiminden ziyade yaşadıklarımızın sonucudur.



İlke- Bence Momo olgunlaşmaya kendisi karar veriyor.


Burcu- Zaman olgunlaştırır. Bir şeyin olması için zaman gerekir. Mutluluk da olgunlaştırır.
Gökhan- Acı insanları olgunlaştırıyorsa ne yapmalıyız? Kendi çocuklarımıza acı çektirip ailemizi parçalayıp, onun olgunlaşmasını mı sağlayacağız? Olgunlaşmak için acı şart olmamalı.
Sedat- Bence sorumluluk yüklemek de çocuk için bir çeşit acı olarak görülebilir.


Merve- Sorumluluk verirsek olgunlaşma sağlanabilir.
Kağan- Sorumluluk da önemli de tecrübe de önemli.
Gökçe- Olgunluk düşünmekle alakalıdır bence.



Tuğba Hoca- Olgun insan kendine sorumluluk verir.


Erkut- Momo sorumluluklarını kendi kendine yükleniyor.Madam Rosa ya bakmak gibi…Madam Rosa için Momo diğerlerinden daha farklıdır. Bu farklılık nerden kaynaklanır?




(Sanırım bu konuşmadan hemen sonra dalmış olmalıyım ki not almayı bırakmış ve dinlemeye başlamışım)
Kemal- Momo köpeği kendiyle özdeşleştirerek onun mutlu olması için ondan vazgeçiyor.
(Ve yine nerden geldiğini anlayamadığım olgunluk konusu çıkageliyor. Bir cevap verilmeli artık)

Tuğba Hoca- Okumak insanı olgunlaştırır, diyerek artık olgunlaşma konusuna bir nokta koyuyor. Yaşasın! :)

Yeni bir soru sorulmalıydı artık!

Tuğba Hoca- Momo’yu gerçekten tanısaydınız onun için daha çok üzülür müydünüz? Yoksa Momo’nun bir roman kahramanı olması yeter mi onu anlamanız için?

İrem- Ben Momo’yu tanısaydım onun dünyasına bu denli nasıl girebilirdim ki?O bir roman kahramanı olduğu için onu bu denli anlayabiliyorum zaten. Hangimiz hangimizi roman kahramanları kadar açık edebiliyoruz? Ben onu gerçekten tanısam onun hakkında bu kadar çok şey bilemezdim…

Metinler kim tarafından yazılırsa yazılsın metne anlamını veren benim. (Akşit Göktürk’ü andık tabii.)

Nokta konulmasına rağmen hala kapıyı çalan bir olgunluk konusu nedeniyle Tuğba Hocamın şu yorumu geliyor:

Sosyal bilimler tek tip tanımlara yaslanmazlar. Sosyal bilimler rengârenktir. Bu yüzden ahlakı, olgunluğu ya da başka bir kavramı tek bir tanıma indirgeyemeyiz. Rahat olun. Bir yere varmak zorunluluğunuz yok.
Korkmak için bir neden gerekmez. Korkmak için korkarız belki de. (Kemal’den bir kitap alıntısı.)
Kemal-Kitabı bitirdiğimde korkuya karşı ön yargımı kırdım. Artık, bazen gerektiği yerde gerektiği kadar bazense canım ne kadar isterse o kadar korkuyorum.
İlk toplantısında coşmuş bir topluluk olarak, ilk buluşmanın nasıl olduğu konusunda konuştuk.

Günün verdiği yorgunluk ama yeni şeyler öğrenmenin ve düşünmenin verdiği ‘olgunluk’la evlerimize dağıldık

Not: Tuhaf bir şey oldu. Bir an önce okuldan çıkmamız yönünde hiçbir baskıya uğramadık. Güner Dayı’nın sesi çıkmadı. Bu bile başlı başına bir huzurdu…
Not: Yukarıda yazdıklarıımız adı üstünde, yalnızca not. Neler kaçırdığınızı asla bilemeyeceksiniz :) Şşşşşt. :) Her şey de uluorta söylenmez ki!

3 Aralık 2010 Cuma

Anlık Yazılar 1/Çekiç Yöntemi

"Çekiç yöntemi" sözcüklerle ritim yaratmayı kapsar. Örneğin sokak sözcüğünün son hecesini başa alırsınız ve yeni bir sözcük elde edersiniz; yeni sözcüğünüzün son hecesinden yeni bir sözcük yazarsınız ve böylece devam eder. Bir süre sonra sözcük türetmeyi bırakırsınız ve elinizdekilerle bir tümceye ya da tümcelere ulaşmaya çalışırsınız.
Örnek: sokak akar arsız sızlarken içim.

Çekiç yöntemi ne işe yarar? Yanıt çok açık: Sözcükler arası sessel uyum konusunda duyarlık kazanmamızı sağlar. Kurgu metinlerinde konu, kahraman, mekan ve zamanın yanı sıra sözcükler arası sessel uyum da çok önemlidir. Hatta metni biz okurlara okutan bu uyumdur. Aklımıza geldiği gibi yazmak yerine sözcüklerin sessel bakımdan birbirini tamamladığı metinler yazabiliriz.




Bugün seçtiğimiz sözcük MEYDAN dı.
Sokak örneğinde olduğu gibi sözcükler üretildi.
İkinci aşamada, türetilen sözcükler arasından seçim yapıldı ve birkaç sözcük (ad, adıl, belirteç,eylem,önad, edat ya da bağlaç) eklenerek bir tümceye/tümcelere ulaşıldı.
Elde metinlerden bazılarını okumak ister misiniz?




Harun Cüceloğlu


Meydan anıta taptı saflığından

Anıt taptı kalabalığa tuhaflığından.





Kemal Özdemir

Meydanlar Danimarka'da karanlık. Karamsar sarımsaklar saklandı sokaklara. Arsız adam damsız sızıntıdan anında damladı. Yakaladı bütün sarımsakları...


Gözde Baydar

meydanlar anı arar arsız,
ıssız ve seslenir sesizliğine ..



Meydan nazik bir ikram,
onurlu, uzman bir martı artık...











Mert Tarhan

Karanlıkta sisli bir meydan


Ankara'yı andırıyor inceden

Bütün raslantılar toplanmış bir yerde;

Ankara, sen, ıslak bir şehir ve bir başka vakitte..



Yeni şeyler okuyun, yeni şeyler yazın...Haftaya görüşmek üzere...
Sevgiler....
Not: Bu hafta çikolatayı Mert Tarhan kamıştır.



Gökhan Yarar