1 Mayıs 2010 Cumartesi

İKİ ADAM

Yıllardır her zaman olduğu gibi, Samim, yeni doğan güneşle beraber uyandı. Bir iki tembel kıpranışın ardından yatağından ayrıldı. Gün olduğu gibi önünde uzanıyordu şimdi.

Penceresini açarak temiz sabah havasının odaya dolmasına izin verdi, rüzgâr şafakla beraber yeni yeni hareketleniyordu. Sonra da başını dışarı çıkardı, kendini bu amatör ambiyansa teslim etti. Şimdi her şey daha rahattı sanki.

Güneşin aydınlatmaya başladığı bahçede domatesler ve limonlar ne de güzel parıldıyorlardı. Geçen senelerden daha güzeldiler. Bahçe işinde, Samim, kendini daha bir uzmanlaşmış hissediyordu artık.

Gözü bahçeden yola kaydı, sütçünün küçük kamyoneti henüz ortalıklarda görünmüyordu. Oldukça erken kalkmış olmalıyım, diye düşündü, esneyerek.


Aslında gece de oldukça zor uyumuştu. Bugün büyük gündü; Kemal Bey’le burada geçirdikleri günlerin anıları zihninde dürtüklercesine oynaşıp durmuştu.

Evet, bugün büyük gündü! Hem Kemal Bey’in ani hazırlıklarından başka ne çıkarılabilirdi ki? Bütün gece olduğu gibi eski günleri hatırladı tekrar…

Kemal Bey’in şehir merkezinde, onu şehrin en zengin adamlarından biri yapan, büyük bir iş hanı vardı. Samim’i, o henüz yirmili yaşlarında toy bir çocukken, buraya güvenlik görevlisi olarak işe almıştı.

Samim yıllarca onun yanında çalışmış Kemal Bey’in güvenini kazanmıştı. Kemal Bey geç saatlere kadar ofisinde çalışırken, o da mesaisi bittiği halde ayrılmaz, seve seve onu beklerdi.

Kemal Bey’in aile hayatı çıkmaza girmiş eşi ve kızı onu terk etmişken, Samim onun dert ortağı olmuştu. Belki de Samim tek arkadaşıydı o zorlu zamanlarda.

Gerçekten yalnız kalmıştı bütün fırtınalar dinince, artık bir ailesi yoktu, tek başınaydı. Yaşının ilerlediğini, gençliğinin de uçup gittiğini fark edince, sahip olduklarını satıp annesinin köyüne taşınma kararı aldı. Samim’i de yanında götürmek istediğini söylediğinde seve seve kabul etti Samim, babası gibi sevdiği bu adamın teklifini.

“Ah!” Tahta pervazdan çekti, sert kıymıkla incinen kolunu. Geldiklerinden beri tamirat yapılmamıştı evde. Ev için bir sürü planları vardı ama bahçe işinden fırsat bulup ilgilenmemişlerdi.

Bir an gülümsedi, artık bu ev kendisinin olacaktı ne isterse yapabilirdi eve.

Kemal Bey hep bahsettiği miras işini halletmek için dün kolları sıvamıştı. Bunun için bir avukatla gün boyu telefonda görüşmüş; gece de yatmadan önce bahçeden merdiveni getirip salondaki dolabın üstünde duran kasaya dayamıştı. Samim onu engellemese, az kalsın kırık merdivene tırmanıyordu. Çocukça bir düş kırıklığıyla Samim’den merdiveni biran önce onarmasını isteyerek odasına çekilmişti.

Kesin bir şey söylemese de, Samim, anlamıştı mirasın açıklanacağını. Sonuçta birdenbire avukat çağırılmış, açıldığını hiç görmediği kasaya iş düşmüştü. İçine dolan heyecandan tamiratı sabaha erteleyip, o da yatmaya gitti.

Sırtını pencereye dayayıp odaya göz atarken, komidinin üstündeki fotoğraflara daldı. Annesi ve Kemal Bey yan yanaydı iki ayrı çerçevede. Babasının yerini burada da Kemal Bey almıştı, babasından geriye hiç hatıra kalmamış olduğundan.

Samim, o zamanlar çok küçük olmasına rağmen, babasının, hep pencerede asılı duran bayrağı alıp evden son kez ayrıldığı geceyi hatırlıyordu. Sonra ölmeden önce, onu birkaç kere daha görmüştü parmaklıkların arkasından. Babasının neden orada olduğunu hiç bilmedi, daha sormayı akıl edemeden annesi de onu tek başına bırakmıştı.

Şimdi babasının fotoğrafının olması gereken yerde gördüğü adamdan, herhangi bir beklentisi yoktu ama yine de bu miras işi elinde olmadan heyecanlandırmıştı onu. Hatta Samim’i tamir için bekleyen merdiveni unutturacak kadar…

Kemal, o sabah, yıllardır olmadığı kadar dinç olarak uyandı erkenden. Yakasını hiç bırakmayan inatçı sırt ağrıları ziyaretine gelmemişlerdi, yataktan ayrıldı.

Saate baktı: oldukça erken. Ama avukatın her an gelebileceği endişesiyle, hızlıca hazırlandı. Geceden hazırladığı takım elbiseyi giydi, aynada son bir kontrol daha… “Hazırım.”

Gülümsedi bu aşırı heyecanına. Artık aklına getirmediği, o felaket zamanlarında tek başına Kemal’in yanında duran, evladım dediği Samim’e minnetini gösterme vakti artık gelmişti, heyecanı bundandı.

Miras konusu da buraya taşındıklarından beri aklındaydı aslında ama, dün sabah bahçede buldukları ölü güvercin, ona, azalan zamanını hatırlatana kadar bir şekilde ertelenmişti.

Odasından çıkıp, evin içinde tur attı. Evin her yerindeydi sabah ayazının serinliği. Samim de ortalıkta yok, daha uyanmamış olmalı.
Avukat gelmeden, dün telefonda iyice bellediği belgeleri hazır etmeye karar verdi. Samim’in çoktan tamir etmiş olduğunu zannettiği merdivene yaşlı bedenini zorlayarak da olsa ilk adamı attı.

Tam o anda salondan gelen soğuk ve ani gürültü çekip çıkardı Samim’i, sabahın sunduğu tatlı, sıcak düşlerden.
Batıhan Akgün

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder